23 Aralık 2013 Pazartesi


Hz. ALİ, MUAVİYE VE DEVE HİKAYESİ

Muaviye Şam’da, Hazreti Ali ise Küfe’de validir, aralarında anlaşmazlık vardır, savaş çıkmak üzeredir.

Bir gün, bir deveci, yüklediği mallarla Küfe’den Şam’a gelir, açıkgözün biri deveye sahip çıkar; Bu dişi deve benimdir!
Küfeli kendisinden emindir, çünkü devesi erkektir. İtiraz eder, dinletemez.
Sorun Muaviye’ye kadar yansır.

Halk bir meydanda toplanır.

Muaviye, Bu dişi deve benimdir diyen Şamlıya sorar;
Bu dişi deve kimindir?

Benimdir!

Muaviye de onaylar, Evet, bu dişi deve Şamlınındır!

Sonra halka sorar; Bu dişi deve kimindir?

Hep bir ağızdan cevap verirler; Bu dişi deve Şamlınındır!

Küfeli neye uğradığını anlayamaz, şaşkın şaşkın bir kenarda dururken Muaviye çağırır;

Bana bak, ben de, sen de biliyoruz ki, bu deve erkektir. Küfe’ye dönüşte Ali’ye de ki, Şam’da öyle bir ahali var ki, erkekleri de dişileri de, onların cinslerine değil, Muaviye’nin ağzına bakarak söylüyorlar, o dişiye erkek dese, ya da erkeğe dişi dese, hepsi ona itaat ediyor.

Var git Ali’ye söyle ayağını denk alsın!


EKMEK, ŞARAP… / DEVAM

Ve anlıyorsun sonra;neden böyle olmalı,neden böyle olmak zorunda?Aksi halde nasıl kontrol altında tutacak ki seni?Seni gereksiz ayrıntılarla uğraştıracak ki;kendi,oyunu daha rahat oynayabilsin,topu daha bir güzel çevirsin.Seni öz’den-gerçek bilgi’den uzaklaştıracak ki;sen ‘’gerçeği’’ bilme,çünkü bilirsen eğer dediğini yapmazsın,gözün kapalı ardından gitmezsin dahası başkaldırırsın,itiraz edersin,hesap sorarsın.’’Dur bakayım ya,ama burada böyle bir şey demiyor ki,ne yapıyorsun sen?’’ dersin,bu da işine gelmez tabii.Bunun için de hep ‘’belirli şeylerin’’ çığırtkanlığını yapacak,işine gelen şeylerin;

İçki içme;içme kafir olursun,bir yudum da içersen olursun.Aman alkol alımının serbest olduğu yerlere gitme,hele içki içenin yanında hiç durma,günaha ortak olursun.İçki kötü bir şey hele de aşırıya kaçıldığı zamanlarda daha da kötü ve mümkünü olsa siler atardım dünya üzerinden ‘’o aşırıya kaçıldığı zamanları’’, ama böyle bir şey var dünya üzerinde.İnsanların da tercihleri var dahası tek dert bu değil.Ayrıca bunu böyle kafaya kafaya vurmak yerine;’’İçki bedeni ve ruhu yavaş yavaş öldürür,sağlıklı düşünmeni engeller önce senin sonra etrafındakilerin huzurunu kaçırır sana da etrafına da zararı vardır’’ desen,güzel güzel anlatsan.Yok ama ‘’İçki içme,kafir olursun’’, oldu.

Zina yapma;elele tutuşmak,gezip tozmak için dahi zinadır diyen de var yok iş yatak odasına gidene kadar zina sayılmaz diyen de.Ne olacak şimdi?Bir de göz zinası denen bir şey var ki;yapmamış birini düşünemiyorum.İnsanların mahremine kadar girerek onları tedirgin edeceğine,huzursuz ve şüpheli şekilde yaşamalarına sebep olacağına burada asıl anlatılmak istenen;ailenin kutsallığıdır de.Toplumun temeli ‘’aile yapısını korumak’’ esas amaçtır de ve kişilere bırak,bırakmadığın vakit bu gibi olaylar daha çok görülüyor ya,bu da ayrı bir olay.Ve yine bazısına göre birçok hareket zinaya giriyor,yaşamayalım ölelim o zaman hep beraber.

Açık saçık giyinme;bu konuda da insanlar arasında bir ‘’fikir ortaklığı’’ yok ki,mezhepler arasında bile yok.Herkes ‘’farklı’’ şekilde algılıyor,yazanı.’’Benim dediğim,benim yaptığım doğrudur’’ diyecek bir şey yok sanki.Kadın önemlidir,kimisi daha kutsaldır der mutlak ‘’doğurganlık’’ özelliğine atıfta bulunarak,belki öyledir de.Erkeklerden daha hassas daha özeldir durumları,su götürmez.Ve asla da erkeklerle ‘’eşit’’ değildir;ne fizyolojik olarak ne biyolojik olarak ne ruhen ne bedenen,bu başka bir şey.Ama kanunlar önünde ve hayatın içinde eşit olmalıdır,kadınlığının ötesinde ondan da önce ‘’insandır’’ çünkü bunu hiçbir zaman unutmamak gerekir,hem de hiçbir zaman bu da başka şey.Kadın bedeninin bu kadar göz önünde olması,ağızlara sakız edilmesi,son yıllarda sadece maddeden ibaretmiş gibi gösterilerek tüketimi arttıran bir pazarlama aracı olarak görülmesi hepsi ama bunların hepsi kötü şeyler,fena şeyler.Ama kadın böyle şeylerden ‘’kendi’’ korumalıdır kendini,ona da verilmiştir aynı akıl çünkü,ikinci sınıf insan muamelesi yapmak niye?
Tamam öyle giyinen kadınlar var ki;bu ne diyorsun ya,ne bu?Dahası ‘’kapalı’’ diye tabir edilen kadınlardan da öyle giyinenler var ki;bu ne diyorsun ya,hem bu hem o,ne bu?Ama bunun her ikisi de‘’onların tercihi’’,tercih meselesi.Düşünceni dikte edemezsin ki,iki taraf için de böyle bu durum.’’İnsanlar eşit yaşama hakkına sahiptir’’ diyorsan her iki tarafında ‘’özgür yaşama hakkını’’ savunacaksın,eşitliği savunuyorsan bunu yapacaksın.Asla yan çizmek değil,top çevirmek hiç değil düşününce bir şey fark ediyorsun.Çok büyük bir fark var arada ama çok büyük hem de.Senin ‘’açık saçık’’ diye tabir ettiğin kişi,’’Ben bunu ilahi bir güç’ten alıyorum,ona göre davranıyorum’’ demiyor.’’Benim gibi giyinmezsen kafir olursun,inançsız olursun’’ demiyor.Tamam sen bunu kişi olarak demiyorsun belki ama,bu zihniyet devletin üst kademelerine gelince gücü eline geçirince tam da böyle diyor işte,başka bir yola götürüyor seni,işine öyle geliyor çünkü.Yani ‘’devlet’’ işin içine girince sen ister istemez bir ‘’inanan-inanmayan’’ yol ayrımında buluyorsun kendini ister istemez,kamu alanında da mesafeli duruş bu yüzden başka bir nedeni yok.Yoksa isteyen dilediği gibi yaşasın,kime ne?

Örtünme  meselesine tekrar dönersek,kadın başlı başına bir estetik harikasıdır zaten yaradılış olarak.Ve şişman,zayıf,uzun,kısa,vb neyse hiç fark etmez,güzellik görecelidir çünkü.Çocukluğumdan beri düşünürüm,görürüm,öyle kadınlar var ki;bir tek göz kırpmaları yeter,yetiyor.O zaman ‘’örtünmek’’ de yetmiyor o zaman,başka şeyler lazım demek ki.Ya da ‘’örtünme’’den kasıt başka şeyler olmalı,iç dünyaya-nefse ait başka bir şeyler.

Ve bu ‘’örtünme,namusu koruma’’ kavramları neden hep kadın için geçerli ki?Erkeğin namusu olmuyor mu yani?Kiminin üstünlük dediği,bence sadece yaradılış’a özgü bir özellikleri var kabul etmek gerek(istersen etme) tamam ama kadın’ın da bir nefsi yok mu,onunki can değil mi yahu?Öyle bir noktaya getiriliyor ki bu konu;erkekler de kadınlar da bir çuval giysin,öyle yaşayalım o zaman,kökten çözüm.

Bu üç konu etrafında dönüp dönüp duruyoruz,başka hiçbir konu yok sanki kitap içerisinde?Daha yüzde onunu okumamış biri olsam da yine de diyebilirim ki;daha neler var neler.Ve her okuduğunda başka şeyler düşünüp başka şeyler fark ediyorsun,ilk okuduğunda düşündüğünün aynısını ikinci okuduğunda düşünmüyorsun,her okuyuşta daha genişliyor algın çünkü.
Ve yine,yüzlerce binlerce kitap okumamış,film izlememiş ya da şarkı dinlememiş biri olarak,o küçük dünyamın küçücük penceresinden bakarak şunu söyleyebilirim ki;okuduğum en iyi tarih kitabı,okuduğum en iyi felsefe kitabı,izlediğim en iyi fantastik film,dinlediğim en sıkı şarkı…Ve sanıyorum ki,hep de öyle olacak,gidişat onu gösteriyor çünkü.Bu yüzden bu kadar ‘’dar alanlar’’da hapsolmamak gerek,yok yahu bunlar bize yetiyor,işimize öyle geliyor dersen o da senin bileceğin iş tabii.

Bir de şu var ki,söylemeden geçmek olmaz:’’Ne ile gelirsen gel,ama kul hakkıyla gelme çünkü o benim değil’’ diyor,’’Çünkü o benim değil’’…

Bunu duyduğun an’da kapılar küt küt çarpıyor,pencereler açılıyor ve dışarıdan esen sert bir rüzgar içeri giriyor,seni iliklerine kadar yokluyor şöyle bir sarsıp titreterek içinden geçip gidiyor,fantastik bir film sahnesi gibi,aynı.Sonra bir başına kalıyorsun ve az biraz sonra ‘’Bu kadar ince bir düşüncenin sahibi’’ diyorsun ‘’ Nasıl oluyor ya’’ diyorsun ‘’Nasıl oluyor da;savaşlar,bombalar,çocuklar,açlık,yoksulluk,…’’ diyorsun.

Hızır ile Musa kıssasını hatırlıyorsun sonra..Sonrası mı,labirentin içine tekrar dönüyorsun…
EKMEK, ŞARAP…

Bir labirentin içinde dönüp duruyoruz sanki,gidiyoruz gidiyoruz hop bir duvar,hemen geri dönüyoruz.Sonra hemen yol değiştirip başka bir tarafa yöneliyoruz,gidiyoruz gidiyoruz hoop başka bir duvar,tekrar geri dönüyoruz.Sonra..Sonrası yok,hep aynı şeyler,sınırlar belli çünkü.Bir kısır döngü…Belki birçok kişinin dediği gibi başka bir gezegenin cehennemini bu dünyada  yaşıyoruzdur,kim bilir?Kim biliyor ki zaten?


Futbol oyunu gibi dünyanın hali.Herkesin yeri belli,aynı dünya coğrafyasında olduğu gibi.Sen;kalecisin gol yiyebilirsin ama yememe ihtimalin de var,bununla birlikte ne ilginçtir ki gol atma ihtimalin de var. Sen;defanstasın işin savunma ama yerine göre gol de atabilirsin.Sen;forvetsin,işin saldırmak ve gol atmak.Sen;orta sahadasın ara bulmak senin işin,bakma çok önemli görevin.Ve medeniyetini ilerletip(!) çizgiye kayan,olup biteni oradan izleyen yan hakemler var bir de,sonra saha içerisinde bir baş hakem var ki;kim olduğunu söylemeye gerek bile yok bilmiyorsan da zamanla öğreniyor insan,rahat ol.Maçı izleyen bir topluluk var sonra,bunları da insan dışında yaratılmış diğer varlıklar olarak düşünebilirsin.Bir de oyun kurucu var tabii;oyunun mucidi ama sanırım oyunu kurup kaçmış gitmiş,kaçmış gitmiş…Veya uzaktan seyrediyor,gülerek…

 
Böyle bir ortamda ne ararsan var tabii,hak’lısı da hak’sızı da.Hep ‘’Hak yemek, ..ok yemek’’,derdi babaannem.Şöyle bir durup düşününce,insanın kendi pisliğini yemesiyle eşdeğer bir şey kastediliyor burada,yani bu kadar kötü bir şey.İslam’a inanan biriysen eğer yemenin haram kılındığı hayvanlardan biri de domuzdur,bilirsin.Çünkü domuz,dünya üzerinde kendi pisliğini yiyen tek hayvandır,bu yani.’’Yasaklar’’ demişken şunu da belirtmekte fayda var;’’bazıları’’ tarafından abartılır da abartılır bu domuz eti yeme mevzu,diğer birçok yasak gibi.Hani şu kafamıza vura vura öğrettikleri ‘’belirli olan’’  ama aslında ‘’işlerine geldiği için belirli olan’’ yasaklar gibi…
 
 
Kafamıza vura vura öğretirler,büyük bir özenle ve belirli bir yaştan itibaren de ilmek ilmek işlerler bünyemize,haberimiz bile olmaz.O belirlemiş oldukları yasakların,günahların dışında kalan şeylerden haberimiz olmasın diye de dört bir koldan saldırırlar;devlet,medya,çevre(toplum baskısı)-okul,aile…
 
Aslında o kadar önemlidir ki;o ‘’dışarıda kalan şeyler’' ve bunun içinden çıkmak o kadar zordur ki,hele bizim gibi-maalesef ve maalesef-‘’üçüncü dünya sınıfı ülkeleri’’ diye tabir edilen ülkelerde.(Bu arada,hem sebep olup sonradan tabir etmek de ayrı bir ileri medeniyet göstergesi ya!)Birazcık şansın varsa,ya aileden ya okuldan ya çevreden ya her türlü yazılı veya görsel iyi olan yayınlardan;yani bir yerlerden bir şeyler algında iyi anlamda değişikliğe sebep olur ve artık eskisi gibi düşünemezsin.
 
’’Şans’’ demek lazım buna,çünkü düşüncenin iyiye-doğruya evrimi de biraz şanstır bu ülkede dahası zordur bu ülkede,tıpkı var olan yaşama hakkını devam ettirebilmek gibi.Hep ‘’bazı şeylerin’’ yasak hep ‘’bazı şeylerin’’ günah olduğu öğretilir ve hemen hemen aynı kavramlardır bunlar,değişmez.İlginçtir;doğusundan batısına birçok şeyde farklılık görebilirsiniz bu ülkede ama bu yasaklar-günahlar konusunda pek bir farklılık göremezsiniz.Ha belki yapılan davranışa verilen tepkiler birbirinden çok farklı olabilir ama temel dayanak ve algı aynıdır,hiç değişmez.
 
 
Ve saymaya kalksak kafamıza mıhlanan yasak-günah sayısını,hepi topu on tanedir zaten,belki bu kadar bile yoktur.Kısa bir araştırma yapsanız çevrenizde,insanların hep aynı şeyleri söylediklerini görürsünüz.Belki bir-iki tanesi çıkar aradan ve farklı bir şeyler söyler,bırakmayın onları,köyün delileri onlar .O ‘’aynı şeyler’’den akılda en çok yer edinenlere gelince;
 
 
-İçki içme.
-Zina yapma.
-Açık giyinme.
 
Bitti,bu kadar.Bu kadar,bu!’’Günah’’ denilince akla ilk gelen konular bunlar.Başka?Sonrası yok mu bunun?Kur’an-ı Kerim sadece bu yaptırımlardan mı ibaret,yok mu başka bir şey?
 
 
Kur’an.Hani şu ’’Üç kere öpüp öyle başına koyacaksın’’ denilen,uzun zaman’lar boyunca,‘’Aman yüksek bir yerlere koyun,ha’’ diye önerilerde bulunulan ve bir  kılıf içerisinde saklatılıp evlerin duvarlarına astırılan,indirilmeyen’’Aman şu şekil’de ele alınacak’’,’’Aman bu şekilde okunacak,yoksa olmaz’’ diye türlü şeylerle kafa karıştırıp insanlardan uzaklaştırılan,Kur’an.Kur’an-ı Kerim.Tek bir yaratan’a inananların kitabı ve okumak istediğimizde bunun için de belirli kurallar getirilen kitap.Tamam temiz olalım öyle okuyalım ama bu temizlik sadece beden için mi geçerlidir?Abdest alınca bitiyor mu iş?
 
Ya ağzımdan kötü şeyler çıkıyorsa,acıtıyorsam insanların canını veyahut yalan söylüyorsam,aldatıyorsam insanları?Ya elim ayağım rahat durmuyorsa,uzanıyorsam haram olana?Ya yine durduramıyorsam nefsimi,bana helal olmayan için olmayacak şeyler düşünüyorsam,yine nefsime helal olmayacak şeyler yapıyorsam?Tamam ‘’Ne olursan ol,gel’’ amenna ama bu işin başka yönü.Müslümanım diyorsan eğer bunun da  içini doldurman lazım,bu da başka bir yönü.
 
 
 
Sonra bir bakıyorsun ayrıntılar içinde boğulmuşsun,böyle ayrıntılar içinde boğuluyor insanlar,böyle böyle soğuyor insanlar.Ben,neden başkalarının belirlemiş olduğu kalıplar içerisinde hareket etmek zorundayım ki?Dahası gerçekten bu işe gönül vermiş hiçbir kişiden ‘’şu şekil olunmalı,bu şekilde okunmalı’’ diye bir şey de duymadım,kendi içerisinde de yazmıyor bildiğim kadarıyla.
 
Örneğin;neden seyahat ederken okuyamıyorum,okumayayım veya tatilde ya da evde otururken yahu!Herhangi bir kitabı okur gibi,bir eşofman bir tişörtle,niye?Yazmıyor ki böyle bir şey?Dünya birileri tarafından kasıp kavruluyor her gün,her gün.Hal böyleyken gözünü sevdiğim,başörtümün üç santimetre yana kaymasıyla uğraşıyor yani,he mi?Bu kadar olay oluyorken dünyada,bununla mı uğraşıyor yani?Bunu hesaplıyor yani?
 
 
Ve bunları yapıyorum derken de bir bakmışsın olayın özü kaçmış,olayın özünü kaçırıyorsun.Kolay da kurtulamıyorsun ki;çocukluğundan beri işlenmiş bünyene ilmek ilmek,öyle bir anda atamıyorsun üzerinden.

 
 
 
ÇANAK ÇÖMLEK

-Ne yapıyorsun?

-Suya yazı yazıyorum.

-Hıı iyi, geçiyordum ben de öy…

Duur na-nasııl ya, oluyor mu şimdi öyle, eğer oluyorsa b…

16 Aralık 2013 Pazartesi

İKİ NEFES ARASI 
 
‘’gönül koymak’’, ne güzel bir deyim…
küsmek değil kırgınlık hiç değil
gönül koymak, ne güzel deyim…
 
küsmek sert kalır, kırgınlık naif ya,
gönül koymak yaraşır o an’a…
küsmek, büyümemiş çocuk kalıntılarından
kırılganlık, ruhunun zayıf parçalarından
küsmek tatsız, küsmek soğuk
kırgınlıksa gereğinden fazla sıcak.
küsmek  karşılığını istiyor
kırgınlık acı veriyor.
biri, az sonra unutalım diyor
öbürü her daim hatırlayalım…
 
‘’gönül koymak’’ ortada bir yerde duruyor,
açık, net ve dahası hesapsız.
karşılık istemiyor, bir yük de yüklemiyor
sadece derdini arz ediyor.
gönül koyulan an’lar da, gönül koyulan insanlar da;
özel olmalı o vakit.
 
gönül bu, ne yaparsın…
herkese konuyor da,
gönül herkese koyulmuyor be arkadaş!
gönül herkese koyulmuyor.
 
                            
                        

1 Aralık 2013 Pazar


BİR DENGE MASALI

Hayretle gözlerinin içine bakarken, o uzun barak havası da nihayet bitmişti.
 
-Zülfü kaküllerin, dedi.
-Ne?, dedim.
-Zülfü kaküllerin amber misali, dedi.
-Yapma, dedim.
-Sonra da senin istediğini ça….
-Mühim olan bu değil biliyorsun, dedim.
-Lütfen, dedi.
 
Gittim cd’yi değiştirdim,o da bir kadeh daha doldurdu,dolmasıyla boşalması bir oldu kadehin.Üç saniye içinde hatta belki daha kısa,açma tuşuna basma süresi kadar işte.
-Replay basılı dursun bir süre lütfen, dedi.Anladım, bu gece de ağır geceler kervanına katılacaktı.
Bir süre sustuk,sonra sohbet etmeye başladık;oradan buradan şuradan…Sudan girdik topraktan çıktık.Bir ara dünyayı kurtardık;geri döndük,beğenmedik tarihi yeniden yazdık.İkinci şişe de bitmeye yüz tutmuştu.

-Değişiklik iyidir, dedi.
-Nasıl yani?, dedim.
-Arada değişiklik iyidir, dedi.
-Öyledir, dedim.
-Bağımlılık kötü, alışkanlıklar da bir süre sonra eritmeye başlıyor insanı, dedi.
-Öyle, dedim.
-Sürekli bir çizgide hayatının devam ettiren insanlara hayranım,dedi.Aynı zamanda da anlamakta zorlanıyorum.
-Biliyorum, dedim.
Baktı yüzüme,gözleri kızarmıştı ama hala çakmak çakmaktı,çattı kaşlarını:
 
-İnsanın değişmeden kalabilmesi için ileri derecede manyak olması lazım,dedi.Bir kere eşyanın tabiatına ters.''Allah bile bir karar’da kalmıyor’’ derdi babaannem, ‘’Baksana bir gün yağmur yağıyor,ertesi gün hava günlük güneşlik oluyor'', derdi.
 
-Garer’de diyordu hatta, değil mi?, dedim.
-Öyle, dedi.Evet garer’de.
Güldük.Başladı sonra:
-Çok biliyorsun sen, dedi.
-Hı?, dedim.
 
‘’Çok biliyorsun sen,bu güzel bir şey tabii.Ama çoğu zaman iyi değil,nasıl kullandığına da bağlı bir şey bu.Ve çok güzel bilmezden de gelebiliyorsun,çok güzel de bilmediğini biliyormuş gibi gösterebiliyorsun ve …
Anlattı… Anlattı…
...; yoksa kara kaşın kara gözüne değil; ne bileyim çocuklara bakışına,kalabalık bir yerde kapıdan çıkarken önce kadınlara yol verişine,yağmurlu havada köpeklerin üstüne su sıçratmamaya özen gösterişine,elindeki pet şişeyi yere atmamak için bilmem kaç metre yürümene,her neredeysen yediğini her daim paylaşmana,anlamakta zorlandığım o kitapları okumana,o sıkıcı müzikleri dinlemene,güzel çay yapıyor olmana,sonra yanımda zaman zaman hala ellerinin titriyor oluşuna ki; bayılıyorum ben buna…
( Çiğ düşmüş çayıra benzer yüzlerin,aşıkın öldürür şirin sözlerin
Mısrı’n hazinesi değer gözlerin,Zühre-i rahşandan güzelsin güzel… )
damarına basılana dek muhafaza ettiğin sabrına,o kontrollü ve uzlaşmacı tavrına,edebine,merhametine,hiddetine,şiddetine…
Her zaman için detaylara önem verirken benim bütünüme takılıp kalmana,bana katlanışına…Demem o ki;insan seviyor oluşuna,insanlığına…Ama en çok da ‘’birey’’ olmayı başarmış mizacına …
Birey oluşuna….’’


İki kadehlik şarap kalana kadar devam etti konuşmaya,anlattı da anlattı.
 
Sonra cd’yi değiştirmek için kalktı yerinden,zar zor ayakta duruyordu,sendeleye sendeleye yürüdü.Cd’leri karıştırırken bir yandan da söyleniyordu:
-Iıııh bu olmaz,bu şimdi gitmez,bu neymiş,şu neymiş,bu bu …
Bir yandan da üst üste fırlatıyordu, ve:
-Bu ne,ah Beethoven, dedi ve fırlattı.Sonra bana baktı:
-Beethoven Beethoven dedi.Tekrar cd’lerin arasına döndü.Bir cd aldı eline ve yukarı kaldırdı.Gülümsedim:
 
-Yerli Beethoven, dedim.Güldü:
Yerli Beethoven, dedi.
 
Cd’yi yerleştirdi,tuşa bastı ve yanıma geldi.Bir ona bir de bana şarap doldurdum.
 
-Vaay, dedi.
-Yaa dedim, ne’sine?
 
( Güzelliğin on par’etmez; bu bendeki … )
 
-Az sonra cennetten yeryüzüne düşecek oluşumuz’a, dedi.
-Çoook sonraları tekrar çıkacak oluşumuz’a, dedim.
 
İkimiz de kadehlerimizi bitirince sarıldı bana,uyuduk sonra orada.

Üşüyünce de bir tuhaf oluyorum ben.
 
Çok kırdım sanırım bu sefer çok,çok uzun sürdü bu sefer çok.Ama insan bir şekilde yaşıyor,devinim sürüyor,kimseyi hem de hiç kimseyi dinlemiyor.Hem kimse kimseye sensiz yaşayamam canım demedi ki,kimse kimse için de ölmedi.

Ölünce huzurlu da olunuyor mu acaba?

Zil çaldı...Zil çaldı...

 

Bu yazı burada biter...
 

BİR DENGE MASALI / DEVAM…

Bir kadehe mahlep şarabından doldurdu.
 
-Bu şarkıya,diyerek kaldırdı kadehi ve yarıya indirdi.Bir süre sustu,sonra:
-İnsanlar acımasız, dedi.
-Hıııhh dedim sessizce sonra çabuk toparladım.Evet öyleler,dedim.
-Kasma dedi, iyiyim ben.Hem hepsi acımasız olabilir mi şapşal,o kadar sarhoş olmadım daha sadece bazıları acımasız, dedi.

Baktım öyle suratına, nasıl kızabilirdim ki:
-O zaman bazı acımasız insanlara içelim, dedi.
-Canları cehenneme onların, dedim.
-Öyle deme dedi,canları cehenneme olacakların uğruna içilmez ki,iz bırakmak önemlidir dedi,bir yerlerde bir iz kalmış demek ki; uğruna içiliyor dedi.
 
-Surata inen bir tokat da iz bırakır, tutkulu bir öpüş de dedim.

Döndü baktı yüzüme, gözleri parladı.
-İşte dedi, sen dedi, ama illa ki harekete geçirmek gerekiyor,tipik ‘sabit sen’i dedi.
 
Şarkı bitti bu arada, diğer bir şarkıya sıra gelince:
-Bir Boşnak halk ezgisi dinlesek fena olmaz dedi,bu vesileyle tüm dünya kadınlarına içmiş olurum hem bir anlamı olur, dedi.
-Dünkü belgeselde o kadının anlattıkları, diye mırıldandım.
-Dünkü belgeselde o kadının anlattıkları, diyerek yineledi.
 
Kalktım cd’yi değiştirdim o bir kadeh daha doldurdu.
Sonra sırayla Latin Amerika,Hindistan,İran,İngiltere,Cezayir,Fransa’yı gezdik.

Her şarkıda bir kadeh, her kadehte bir şarkı.

Şişenin bitmesine az kalmıştı,kalktı yerinden aynı şişenin dolu olanından bir tane daha getirdi:
-Bakma öyle,sen de içersin diye düşünmüştüm, dedi
Kaşlarımı çattım yine.
-Alır mısın?
-Hayır!
-Hadi ama görende elimde yasak elma’yı tutuyorum zanneder, dedi.
Güldüm,kalktım biraz kuruyemiş ve meyve getirdim,midesi bulanmasın diye,fena oluyordu sonra.Kuruyemiş tabağını kucağına aldı,içinden beyaz leblebi ve fıstıkları seçti,önüne dizip birkaç tanesini ağzına attı.Bir kadeh daha doldurdu.

-Meyve?, dedim.
-Elma, dedi.
 
Ve gözlerini hiç ayırmadan kabuğunu bütün olarak soymayı başarabildiğim elmayı,onu dilimlere ayırmamı,beni,dikkatle izledi.Sonra da cetvelle ölçme imkanı olsa her biri neredeyse eşit büyüklükte çıkacak elma dilimleriyle dolu tabaktan,bir dilim alıp ağzına attı.

-Müthişsin, dedi.
Gülümsedim.
-Her zaman için öyleyim, değil mi dedim?
-Hayır tabii ki, dedi.
Yine gülümsedim.
 
Şarabından bir yudum aldı:
’Gün doğmadan,
Deniz daha bembeyazken çıkacaksın yola.
Kürekleri tutmanın şehveti avuçlarında.’ dedi.

Niye birden uğraşmak istedim:
’Bakakalırım giden geminin ardından;
Atamam kendimi denize,dünya güzel.’’ dedim.
 
Peyniri henüz fark etmiş bir  fare edasıyla:
-Tehlikeli, dedi.Senin gibi tipler tehlikeli.
-Allah Allah dedim, neymiş tehlikeli olan tarafımız?
-Bilip de bilmiyormuş gibi yapan şu tavrınız, dedi.
-Hııımm başka, dedim.
-Bilmediğini biliyormuş gibi yapan bu tavrınız, dedi.
-Bak sen, dedim.
-Dahası görünüşte her şeyin kusursuz olduğu dünyanız, dedi.
-Eeeeee, dedim.
-Aşırı kontrollü tutumlarınız, diye devam etti, aşırı düzenli hayatınız.
 
Sonra da bir çırpıda:
-Dengemi bozuyorsun, dedi.
‘’Olmayan dengeni mi?’’ demek istedim bir an,ama diyemedim bir türlü diyemedim işte. Az biraz sonra:

-Olmayan dengemi, dedi .
  Olmayan dengemi bozuyorsun.


BİR DENGE MASALI / DEVAM…

-Ne o,dedim.Şarap gecesi mi var?
 
- Bak ama bu mahlep,dedi.Elindeki koyu yeşil camdan şişeyi göstererek.Pasajda gezinirken buldum,on üç-on dört varmış hem en iyisiymiş satan amca öyle söyledi, dedi.
-Başka bir şey demesini mi bekliyordun?,dedim.Tabii öyle diyecek,nasıl satacak yoksa?
-Yine dedektif kafası dedi,kar -zarar hesabı.Bazıları hala emek-mutluluk alışverişi yapıyor kabul et işte ve bazıları hala Pollyanna kalıntısı taşıyor bir yerlerinde,dedi.
 
-Ve tam anlamıyla ve gayet ‘’maddesel’’ bir şeyi her gün elimden geçirdiğim için, benim anlamam zor, bana kızmaksa bu yüzden anlamsız öyle değil mi dedim ve işimize geldiği an masallara inanmamız lazım hayat kurtarıyorlar bir yerde,diye devam ettim.
Yüzü aydınlandı birden,önce kocaman açtı gözlerini sonra hafifçe kısarak bir öpücük fırlattı bana.Sonra da:
 
-Bitanesin dedi, hem boş ver şimdi bunları.
Elindeki şişeyi tekrar sallayarak:
-Hadi ama dedi,hem herkesle içilmez ki bu, bilirsin.
-Sen başkalarıyla da mı içiyorsun yani, dedim.
Güldü.
-İçemem mi yani, dedi.
-İçmemen gerekir, dedim.
-Bizim de uyduğumuz gereklilikler vardır tabii,dedi.Nizam iyidir,yani bazen dedi.
Kaşlarımı çattım ve ters ters baktım.
Sonra da:
 
-Tamam tamam,hadi bir ‘Vur Gitsin Ben’i’ aç da dinleyelim,dedi.Aval aval baktım suratına,daha iki gün önce arabeskin hayatı yozlaştırdığı,beyni uyuşturduğu konusunda neredeyse onu ikna edecektim,o kıvama getirmiştim neredeyse.Anladı hemen,aksini beklemiyordum zaten:

-Entel-danteli her daim yüksek birine ne dedim ben,ne dedim ben aman Allah’ım, dedi. Ama senin de bildiğin üzere her şeyi dozunda alırsan sorun olmazmış, dedi.Oksijen için bu bir zehirdir diyebilir misin mesela?Ama bazı durumlarda, özellikle fazla olduğu miktarlarda canlılar için büyük tehlike arz ediyor,hı?, dedi.Her zehrin bir panzehiri vardır hem,yorma o güzel kafanı diyerek de devam etti.
 
-Hıııh dedim, başladık.
-Bitirelim o halde, dedi.
Baktım gözlerine çakmak çakmaktı, anladım az daha söylensem ya büyük bir fırtına kopacaktı ya da bu soğukta şarap şişesi ile birlikte,ikisi balkonda muhabbetlerine devam edecekti,bensiz.

-Yok dedim, böyle iyi.

Müzik cd’lerinin olduğu yere gittim.Buranın da Perşembe pazarından farkı yoktu, rengarenkti.Frank Sinatra’nın yanında Şıncırlı İsmail’i görüyor olmak,çorabın yanında iç çamaşırı bulmak gibi bir şey işte benim için.Ha o ha bu,aynı şey işte!Bir çorap ve iç çamaşırı krizi de burada yaşamak,yaşatmak istemedim,içimden söylendim bu sefer.Bach,Mozart,Chopin’den bilmem nereli Numan’a,çeşit çeşit etnik müzik yapan şarkıcılardan popüler müzik yapan yerli-yabancı şarkıcılara,alternatif müzik gruplarından Karadeniz müziği yapanlara...Arıyorum arıyorum bulamıyorum,evet Yörük türküleri,bozlaklar,baraklar,zeybekler,Latin Amerika esintileri,caz ve reggae türleri ve bir kez bile dinlemediğim adını dahi bilmediğim daha bir sürü şarkıcı albümleri.Evet evet nihayet buldum bıyıklı amcamızı,suratımı ekşittiğimi fark etti ama. 
-Biliyorsu…
-Biliyorum dedim, yurt dışında olsa müthiş bir tenor olarak adını dünyaya duyururdu.Ve bazen fazlaca ön yargılı olabiliyorum,dahası hayatı ne bizi ne de bir başkasını ilgilendirir.
-Bazen çok tatlı oluyorsun, dedi.
-Bazen mi, dedim.
-İstediklerimi yapınca daha çok tatlı, dedi.
Göz göze geldik o an, gülüştük beraber.
İstediğini bulmuştum işte,müzik setine yerleştirdim ve tuşa bastım,yanına oturdum.Şişeyi gösterdi yine:
-Alır mısın, dedi.
-Yok, dedim.
-Sen bilirsin, dedi.